FeaturedHaberler

Hahntennjoch Geçidi – Birinci Bölüm




Bilmem şaşırır mısınız, uzunca zamandır, Türkiye’de pek nadiren otomobil kullanıyorum. Direksiyona geçmeyi azalttım, sigarayı azaltır gibi… Ne var ki, durumumun sigarayı azaltanlarla aynı olmadığını bilmelisiniz. Otomobili bırakmaya çalışmıyorum. Otomobile tutunmaya çalışıyorum.

İstanbul’da yaşayan dostlar iyi bilir. Otoparktan çıktığınız anda, yüzlerce arka farın ardında hapsolduğunuz bir şehir burası. Söylesenize hangi otomobil hak eder Avcılar trafiğinde kaybolmayı? Hangi otomobil istemez tek celsede uzun uzun yollar kat etmeyi? Tamam, bazıları istemez ama konumuz o değil. Konumuz, İstanbul’un sürüş yapmak için elverişli sayılacak bir ortama sahip olmayışı. Tabii sürüşten kastınız ‘dip basık’ ‘the makina’nızla Florya’da turlamaksa o ayrı…

“Göğsümü gere gere ‘sürüş yaptım’ diyemeyeceksem, metrobüse binmeyi tercih ediyorum. Hem daha ucuz.”

Otomobile tutunmaya çalışıyorum. Evimin kapısını kapatmamla, ofisimin kapısını açmam arasında beş dakika var. Beş yürüme dakikası. Otomobile tutunmaya çalışıyorum. Naz’ı kapalı, nemsiz ve güvenli bir garajda saklıyor; çok nadiren çıkarıyorum dışarı. Otomobile tutunmaya çalışıyorum. Göğsümü gere gere ‘sürüş yaptım’ diyemeyeceksem, metrobüse binmeyi tercih ediyorum. Hem daha ucuz.

Münih Havaalanı’nda, kiralık otomobilimi teslim almak için girdiğim sıranın erimesini bekliyorum. Merhaba Elisa. Kendisi kiralık otomobilimi teslim alacağım kişi. Elisa önemli biri. Fakat istediğim aracın uygun olmadığını söyleyip bir başka spor otomobil öneriyor bana Alman dostum. Önerisine ‘hayır, eşcinsel değilim, başka ne var?’ cevabını aldığında ise manuel şanzıman önceliğimden vazgeçtiğim takdirde seçeneklerin çoğalacağını söylüyor. Bayramlığını tam anlamıyla içine sindiremeyen ve zaman baskısı yüzünden düşünceli hallere bürünen çocuklarda rastlayacağınız bir yüz ifadesiyle, ‘neymiş o seçenekler?’ diye yanıtlıyorum. Abarth 124 Spider? Az önceki bayramlığın yakasına iliştirilen bir akrep rozeti. Gülümseyen bir çocuk. Otomobile tutunmaya çalışan bir çocuk.

“…endüstri devriminin duyguları hiçe sayılmış otomobilleri…”

Geçen yılki Alp Rotası sürüşümde kullandığım BMW Z4’ün otoparktaki yerini bulana kadar akla karayı seçmiştim. Bu kez çok zor olmuyor ve devlet dairesinde tanıdığı olan yenge özgüveniyle otomobile doğru adımlıyorum. Kiralık otomobillere ayrılan P6 otoparkı Sovyet yapıları kadar soğuk, daraltıcı, hatta monokrom bir yerdir. Fakat bunun binayla bir ilgisi olduğunu düşünmeyin. Bilmem kaçıncı fazını kucaklamaya hazırlanan endüstri devriminin duyguları hiçe sayılmış otomobilleriyle dolu bu alan daima üzmüştür beni. Tıpkı duyguları hiçe sayılmış binlerce tavuğun doldurulduğu yumurta fabrikalarının üzdüğü gibi… Almanya gibi bir otomotiv cennetinde bile hatırı sayılır bir kıymet gören şu M6’nın durumu, nemli ve karanlık bir günah evinde yitip giden bir güzelden ne kadar farklıdır?

Bu yüzden kararlıyım. Elimdeki anahtarla açılan Abarth 124 Spider’ı sıkışıp kaldığı P6’dan, bulunduğu şehrin sokaklarından ve birçok insanın üzerinde gazlamayı marifet saydığı otobanlardan uzaklaştıracağım. Onu dünyanın en etkileyici dağ geçitlerinden biriyle taltif edeceğim için, P6’nın beşinci katında adımlarımla birlikte heyecanım da yankılanıyor.

Münih’ten hızla uzaklaşmak ve geçen yıl neredeyse tamamını geçtiğim Alman Alp Rotası’nın en fotojenik noktalarından biri olan Sylvenstein üzerinden Avusturya’ya ulaşmak istiyorum. Orada, adı pek duyulmamış olsa da, gerçek sürüş delileri için cennet sayılacak bir geçit bizi bekliyor.

Sylvenstein See

“Binlerce kilometre yol yapıp karavan sollamaya hiç niyetim yok…”

Nasıldır bilirsiniz. Bir rota sürüş yapmak için elverişli görünen estetik virajlara ve etkisi uzun süren doğal güzelliklere sahipse çekim merkezine dönüşür. Kamp yapmakla taşınmak arasındaki kalın çizgiyi karavanının arkasına bağladığı otomobiliyle aşanlar, deri yelekli ve cinsel problemli chopper binicileri, kuşkonmaza konan kuşu fotoğraflayabilmek umuduyla saçma sapan yerlerde park eden doğa fotoğrafçıları, nereye gittiklerini hep merak ettiğim bisikletçiler ve tabii ki tamamı birbirinden tuhaf otomobil delileri… Herkes orada, herkes tutkulu, herkes obsesif. İşte İtalya’nın pek meşhur Stelvio Geçidi’nden yıllar yılı uzak durmam tam olarak bu yüzdendir. Binlerce kilometre yol yapıp karavan sollamaya hiç niyetim yok… Otomobile tutunmaya çalıştığımı söylemiştim değil mi?

Hahntennjoch Geçidi (Han-Tın-Yok diye okunuyor) ise başka. Burada klasik Alp geçidi karakterlerine pek rastlanmıyor. Nedenini anlatacağım. Ama önce, geçidin tam ortasında bulunan ve her yanını süsleyen doldurulmuş hayvanlarıyla aklımı alan otelime yerleşmem gerek. Biraz nefes iyi gelecektir…

*

Okura not: Yazının görsel açıdan dolu dolu olmadığının farkındayım fakat Instagram profilimde bu sürüş boyunca çekilmiş bolca fotoğraf ve video bulabilirsiniz.

Okura ikinci not: Okumaya kıymet veren insanlar görmek ne güzel. İyi ki varsınız.

*

SON

*

[İsmail’in birbirinden keyifli yazılarını okumak için kişisel blogunu mutlaka ziyaret edin!]

Can Tangüner

"If God had meant for us to walk, why did he give us feet that fit car pedals?" - Sir Stirling Moss

İlgili Makaleler

2 Yorum

  1. Sonuna kadar okudum, fotoğrafa gerek kalmadı 🙂 Anlatım dili çok güzel, tebrik ediyorum. Zaten sonuna kadar okumaya iten de bu oldu, konuyu falan da geçtim, bravo 🙂

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu